Hoşgeldin, Ziyaretçi
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.

Kullanıcı Adınız:
  

Şifreniz:
  





Forumda Ara

(Gelişmiş Arama)

Forum İstatistikleri
» Toplam Üyeler: 26,905
» Son Üye: lmaoos
» Toplam Konular: 2,173
» Toplam Yorumlar: 3,814

Detaylı İstatistikler

Son Yorumlar
dene7
Forum: DENEME
Son Yorum: admin
09-06-2020, 03:32 AM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 223
dene6
Forum: DENEME
Son Yorum: admin
09-05-2020, 12:52 PM
» Yorumlar: 1
» Okunma: 273
dene5
Forum: DENEME
Son Yorum: admin
09-05-2020, 12:43 PM
» Yorumlar: 2
» Okunma: 335
Tıbbi Laboratuvar
Forum: Linkler, Faydalı Siteler
Son Yorum: the
03-26-2019, 04:31 AM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 758
Canlı Sohbet
Forum: Linkler, Faydalı Siteler
Son Yorum: the
02-23-2019, 03:56 AM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,165
dosya upload & download s...
Forum: Linkler, Faydalı Siteler
Son Yorum: the
02-23-2019, 03:54 AM
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,188
aaaa
Forum: DENEME
Son Yorum: admin
09-25-2018, 03:15 AM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 4,132
deneme
Forum: Evden Çalışmak Ve İş Yapmak isteyenler,
Son Yorum: admin
09-05-2018, 05:21 AM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 30,860
deneme
Forum: Evden Çalışmak Ve İş Yapmak isteyenler,
Son Yorum: admin
01-16-2017, 02:13 AM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 9,021
deneme3
Forum: Reklamlar
Son Yorum: admin
06-02-2016, 07:02 PM
» Yorumlar: 1
» Okunma: 2,899

 
  ubuntu 6.10 a yukseltmek icin
Yazar: admin2 - 10-21-2006, 10:36 PM - Forum: Linux ve Unix, Ubuntu Linux - Yorumlar (3)

sudo install python-vte
sudo apt-get install update-manager
sudo update-manager -c -d

Bu konuyu yazdır

  Kemal Sunal şener şen Vs Replikleri
Yazar: bjkli.akif - 10-21-2006, 06:03 PM - Forum: FIKRALAR, komik resimler-videolar, komik yazıyar - Yorumlar (1)

Badi Ekrem: Uzak dogudan gelen, bütün dunyayı saran ve felsefesi olan bu sporun adı nedir.
İnek şaban: Güreş olabilir mi?
Badi Ekrem: Hayır evladım.Hani bak televizyonda oynuyor.
İnek şaban: Bonanza.
Badi Ekrem: Hayır.Hani hocası var bööle
İnek şaban: Tamam anladım ihtiyar delikanlı.
Badi Ekrem: Hoaayiiir.Hani bak böyle...quwwwa quowwa.quwa...
bir sure sonra....
İnek şaban: Buldum.Charlie'nin Melekleri
Badi Ekrem: Huoaaaaayiiiiir.....
Sevtap: Hocam ben söyleyebilir miyim
Badi Ekrem: Ah tabiyy..Buyrun
Sevtap:Kung-fu
Badi Ekrem: Bravo tebrik ederim, ayrica diğer bayan arkadaşpları da tebrik ederim.i-hii..

-----------------------------------------------

Badi Ekrem: Kaldır şunu şaban!!
şaban: Hocam kalkmıyo.
Badi Ekrem: Kaldır diorum !!
şaban: Yaw kalkmıyo diyom kaldır diyo hhıhı

-----------------------------------------------

Maho Ağa: O ne, ula dur, napirsın laa, dellendin mi hayvanoğluhayvan
K.Sunal: Bu suyun esansı eskik ağam, itibarına gölge düşiy
Maho Ağa: Ula puştoğlu seni
K. Sunal: Kovdunmu ağam
Maho Ağa: Kovmirım ulan kovmirım, durzi kovmirım

-----------------------------------------------

İnek şaban: Aaaa sende mi kaçtın mahmut hoca? Hayret yaw tünelde hiç karşılaşmadık..

-----------------------------------------------

K.Sunal: Yahu Ramazan bizim kumandanın bu evde ne işi var ?
H.Akçatepe: şişşşt sesini çıkartma kumandan senin süt annenin ağabeyiymiş
K.Sunal: Allaaahh o zaman süt kumandanım oluyor demekki , gidip elini öpeyim
H.Akçatepe: şaban dur saçmalamaaaa!!

-----------------------------------------------

H.Akçatepe: Hişşt gürültü etme be
K.Sunal: Kim ediyo be?
H.Akçatepe: Sen!
K.Sunal: Evet ben hiii

-----------------------------------------------

Badi Ekrem: şabaaaan..gel burayaaaa...Buna ne denir
şaban: Ne biliym ben??!!
Badi Ekrem: Cirit cirit.. hadi at!!
şaban: Nie lazım değil mi
Badi Ekrem: Aaaatttt!!!

-----------------------------------------------

Bihter : Çok naziksiniz Ramazan bey
şaban: Öyleeyimdir hiihihihihig!!
Bihter : üstelite cok küstahsınız
şaban: aman efem,iltifat ediyosunuz hihiiiihihg!!
(şaban koltuktan düşer)
Bihter : Bişey oldumu ramazan bey?
şaban: Yok canım

-----------------------------------------------

Kadın: Beni nasıl buluyosun
Sait: Valla çok kolay buluyorum merdivenden çıkıyorum sola dönüyorum.

-----------------------------------------------

ş. şen: En büyük çadıra yanaş
K. Sunal: Yanaştım zaten
ş. şen: şimdi işin sonuna geldik aslanım benim! şaban? içerde ne görüyosun?
K. Sunal: İçerde hıyar gibi bi herif var
ş. şen: Napıyo o hıyar?
K. Sunal: Telefonla konuşuyo kumandanım
ş. şen: Bu son konuşması olcak ayının
K. Sunal: Bi daha konuşturmayalım kumadanım
ş. şen: şaban? gözün kesiyomu alaşağa edebilcek misin iti?
K. Sunal: Anasını bile bellerim
ş. şen: Güzel yavaşça içeri süzül
K. Sunal: Süzüldüm zaten
ş. şen: Ağır bişey al elinei vur herifin kafasına
GüMP
K. Sunal: Vurdum herifin kafasına kumadanım sesin kesildi yahu?

-----------------------------------------------

Komutan: Olay nası intikal etti?
şaban: Efendim şimdi bu adam karşıdan geliyodu.
Hüsamettin: Hööööööööstttt ben adammıyım??
şaban: Değilmisin?? vah vah!!

-----------------------------------------------

şaban: Mööööööööööööö
şaban: Mööööööööööööö!!!!!
Semra Hoca: Möö???
şaban: Eeett Möööö ihihihihi

-----------------------------------------------

Elden Sırayla Maaş Dağıtılır....
Patron: -300
Patron: -300
Patron: -300

Patron: 100(Kemal Sunal)
K.Sunal: Onlara 300 bana neden 100
Patron: Onlar sendikalı
K.Sunal: Bende Harranlıyım

-----------------------------------------------

Ferit: Alsana şaban bu leblebiler Güdük'ün dolabına saklamış namussuz akşam yürüttük
şaban: Dolaba saklamış haaaa kalleeş.Ben de gözünün önünde yiyim hıyarın.Ooohh beee enayi leblebisi yemekte çok
pek güzel oluyo.Sen de mi enayinin birinden yürüttün
Güdük: Yok,ineğin birinden yürüttüm muahaha

-----------------------------------------------

T.Paşa: Leylaaa sana bir şiir yazdım. okuyayım mı?
Leyla: Okuyun paşam..."
T.Paşa: Aşk kalbimi yakan bir volkan gibidir,
En sevdiğim tatlı kazandibidir.
Leyla sev beni sokma müşküle,
Beraber kaşık atalım bir tabak keşküle.

------------------------------------------------

Ramazan: Muhterem hanfendi! Siendie insianmiısın
şaban: Ramazan ne diyon kendine gel
Ramazan:Sen karışma, Sana insian diyenin gozü çıksıin.
şaban: Sende karımısın bea şu hale bak ne biçim karısın lan sen.
Ramazan: şaban kendine gel ne diyosun
şaban: Dur ramazan çok güzel gidiyorum hıhıhıh
Ramazan: Sen bir meleksin meleeeeek
şaban: Evet hıhı melek yaw dimi Ramazan melek

------------------------------------------------

Güdük: Söyle bakalım şabannn ineklerde mantık varmıdır?
şaban : İnek babandır
Hoca : Aaa
Güdük: Hocam müsadenizle dövicem!
Hoca : Müsade sizin buyrun
Güdük: Seni terbiyesiz seni, seni haylaz seni
şaban : Ne vuruyon eşoğlueşşek
Güdük: Sus otur yerine

------------------------------------------------

Badi Ekrem: Ben bu yaz nerdeydim?
şaban: Nerden bilelim ya
Badi Ekrem: Size soruyorum ben bu yaz nerdeydim, şaban söyle ben nerdeydim?
şaban: Valal Kayseri’de olabilrisiniz
Badi Ekrem: Hayııır
şaban: Malatya
Badi Ekrem: Hayır
şaban: Gazayıntap
Badi Ekrem: ıııııııı
şaban: Kahramanmaraş
Badi Ekrem: Değil oğlum, bu tarafa
şaban: Edirne
Badi Ekrem:Tamam çık dışarı
şaban: Peki hocam, bu kadar basitmiş meğer
Badi Ekrem: Aptaaal, dur, nereye gidiyorsun?
şaban: E siz dışarı çık demedinizmi hocam
Badi Ekrem: Aptal, sınırdan çık.
şaban: Haaa, mesela Fransa
Badi Ekrem: Yürü
şaban: İspanya
Badi Ekrem: Hah, geç denizi
şaban: Geçemem
Badi Ekrem: Niye?
şaban: E yüzme bilmiyorum boğulurum hocam
Badi Ekrem: Aptal o zaman uç
şaban: Peki Uçayım
Badi Ekrem: Hah, nereye geldin?
şaban: Nereye?
Badi Ekrem: Söyle bakiyim
şaban: Sen söyle bakiyim
Badi Ekrem: Hıı
şaban: Hıııı
Badi Ekrem: Hadii
şaban: Hadi Hadi
Badi Ekrem: Aptal herif bilemedin geç yerine...

------------------------------------------------

Badi Ekrem: Çocuklar!! Bu yıl jimnastik sistemini tamamen değiştiriyorum.
şaban: Eyvaaah, gene saçmalayacak..
Badi Ekrem: İçindeee felsefesi olan bir sisteme dönüyoruz. Bütün dünyayı saran, uzak doğudan çıkan vee felsefesi olan bu sporun adı ne??
şaban: Kolera olabilir mi?
Badi Ekrem: Hıımm??!! Neeee??
şaban: Allaahh!!
Badi Ekrem: Cevap verin!!
şaban: Söyleyinceye kadar çatlatır adamı..
Badi Ekrem:Bu aptallar bilemedi.. Siz cevap verebilir misiniz?
Kızlar: Hayır hocam.
Badi Ekrem: Zararı yok. İlerde verebilirsiniz.. şabann!!??
şaban: Gene beni çağırıyor. Neeee??
Badi Ekrem: Gel..
şaban: Geliyim hocam.
Badi Ekrem: Sen söyle bu sporun adını?
şaban: Sakın güreş olmasın?
Badi Ekrem: Saçmalama!! Severim seni şaban.
şaban: Saaoll.
Badi Ekrem: Onun için biraz ipucu veriyim hani böyle.. HHIHAAAAH...UUUUHAAAA..HIHHHHAAAA..
şaban: Anladım boks.
Badi Ekrem: Deli etme beni..Hani yavrucum televizyonda oynuyor..
şaban: Bonanza??!
Badi Ekrem: Değil!! Hani hocası var böle..
şaban: Aaa Çarlinin Melekleri??!
Badi Ekrem: Suuus!! Hani hocası onu bir hayvanın adıyla çağırıyor.
şaban: Teesüf ederim hocam yoksa bana inek mi demek istiyorsunuz?
Badi Ekrem:Hayır.. Zıplayan bir hayvan..
şaban: Aaa kurbağa.
Badi Ekrem: Yok pire
şaban: Tebrik ederim demekki pireymiş
Badi Ekrem: Çekirgee Çekirgeeeee

-----------------------------------------------

Güdük: şaban sen bilirsin bu ne yağı
şaban: Bu in...bu bir hayvanın yağı
Güdük: Nası bir hayvanın?
şaban: İrice bir hayvanın
Güdük: İyide hangisinin
şaban: İnekin ulan ineğin eşolesek inek var ya inek gebertim mi ulan seni

------------------------------------------------

İşçi Pazaında İşçi Seçerken:
Patron: Sen, sen, sen
K. Sunal: Ee ben
Patron: Sen, sen, sen
K. Sunal: Eee ben
Patron: Sen de gel tamam
K. Sunal: Eeee bennnnnn...
Patron: Sen kal ayııııııı!!!

------------------------------------------------

şaban: Ne yüzüme bakıyosunuz lan , Zahirenin Cumhurbaşkanı beenmiyim.
Güdük: Eeee Zahirenin Cumhurbaşkanı eee Mehmet Ali Kley dir .
şaban: Kley eveeettt

------------------------------------------------

K.Sunal: Kalenin ardı Mersin,
Beklerim yarim gelsin,
Beklemekten usandım,
Allah belanı varsin...

-----------------------------------------------

K.Sunal: Gidem de şöyle rahat bi gerdeğe girem

-----------------------------------------------

K.Sunal: Fes başıma,fes başıma,püskülü ben olayım.Ahhhh....!Duvar başıma,başım duvara...

-----------------------------------------------

K.Sunal: Aaa bizim kumandan şehit olmuş
ş. şen: Daha ölmedim, çabuk sıhhiyeyi çağırın
K.Sunal: Niye yaralı mı var?
ş. şen: Aptaal!Ben nie yatıyorum burda?
K.Sunal: Niye yatıosunuz?Uykunuz mu geldi.

-----------------------------------------------

ş. şen: şuanda karşında kumandanın değil baban var
K.Sunal: Babam mı gelmiş?? Babaaa !!! Babacığııııııımmmm !!!

-----------------------------------------------


Müfettiş: Adın ne?
şaban: Hz. Ebubekir
Müfettiş: Adın ne olum?
şaban: 1453
Müfettiş: Adın ne olum adın
şaban: Haa adım Hz. şaban

-----------------------------------------------

Kumandan: şu süt oğlanı hiç sevmiyorum emir erim Ramazan...
K.Sunal: Ya babasını?
Kumandan: Asıl babasını sevmezdim.
K.Sunal: Babamı karıştırma lan!

------------------------------------------------

Borozan..Borozan..Borozan..
Ramazan: Borozan..
şaban: Borozan..
Ramazan: Borozan sensin be.!!
şaban: Haa borozan bendim dimi?Nerde benim borozanım?
Ramazan: Boynunda
şaban: Evet boynumda
Ramazan: Hadi çal
şaban: Çalıyım dimi Ramazan
dııııııttttt dırıııdııııyyyyyttt
Kumandan: Ya bunu değil ötekini çal
şaban: Ramazan ne çalıyım?
Ramazan: şöyle oynak bişeyler çal
şaban: Dat dana dat danada dat dana dat danada dana dana danana na dat dat dat
Kumandan:Hayvan herif hücum borusunu çal
şaban: Ramazan nasıldı?
Ramazan: dat diri dat dat dari dat dat dari dat dat daaa dattt...
Kumandan: yanlışşşşşşşşşşş
dat diri dit dit dat diri dit dit dad diri dit dit diii diiittt
şaban: Olur canım kumandanım..

-----------------------------------------------

Kumandan: şimdi bir çukur kazın,üzerinide çalı çırpıyla kapatın ki görmesin
şaban: Ama görmezse içine düşeeeerrrr.

-----------------------------------------------

Müfettiş: Konunuz neydi hocam?
Hafize Ana: Neydi çocuklar?
Öğrenci: Balkan Savaşları hocam
Müfettiş: Evet kalk bakıyım çocuğum
şaban: Ben mi?Allah Allah
Müfettiş: Balkan devletleri kaç kişdir?
şaban: Valla hocam bazı söylentilere göre 25 tanedir
Müfettiş: Ne diyor bu hocam?
Hafize Ana: Halbuki ben dedim onlara 50-60 tane vardır diye
şaban: Ha evet bazılarına görede 100-200 tane vardır
Müfettiş: Ne!! Neyse gir savaşa
şaban: Neyse deyip girdiler savaşa çocuklar savaşta arada atlılar dıgıdık dıgıdık diye geliyorlar
Müfettiş: Ne işi var çocukların savaşta?Çekin çocukları aradan
şaban: Çekilmiyor çocuklar baba baba diye bağırıyorlar

Bu konuyu yazdır

  AS-GİTME DUR
Yazar: bjkli.akif - 10-21-2006, 06:01 PM - Forum: Müzik, MP3z, Sinema - Yorum Yok

AS-GİTME DUR

Anladım herşey faydasız
birlikte olmamız imkansız
aşkımız degil bir çare
geç olmadan ayrılmalıyız.

Nasılda söylersin bunları
saymadan gecen o yılları
ayrılıktan söz etme ne olur
alda git gideceksin canımı.

Gitme dur ne olur
bırakma ellerimi
ne olur soyle
hicmi sevmedin beni
yok olur kırılır
bu kalbim sensiz simdi
ne olur gitme askimiz bitmesin böyle.

Gitme dur ne olur
bırakma ellerimi
ne olur soyle
hicmi sevmedin beni
yok olur kırılır
bu kalbim sensiz simdi
ne olur gitme aşkımız bitmesin böyle.

Ne olur görmesen halimi
üzgünüm baska bir çare yok
ayrılık en dogru karar inan
gitmeye mecburum bu son veda.

Bu kadar kolay mıydı herşey
yıkıpta gitmek umutları
inanmam bu sen olamassin
kotu bir kabus olsa gerek.

Gitme dur ne olur
bırakma ellerimi
ne olur söyle
hicmi sevmedin beni
yok olur kırılır
bu kalbim sensiz şimdi
ne olur gitme aşkımız bitmesin böyle.

Gitme dur ne olur
bırakma ellerimi
ne olur söyle
hicmi sevmedin beni
yok olur kırılır
bu kalbim sensiz şimdi
ne olur gitme aşkımız bitmesin böyle.

Gitme dur ne olur
birakma ellerimi
ne olur söyle
hicmi sevmedin beni
yok olur kırılır
bu kalbim sensiz simdi
ne olur gitme aşkımız bitmesin böyle...


DOWNLOAD

Bu konuyu yazdır

  Ahmet ÖZKAN - Haydi git
Yazar: bjkli.akif - 10-21-2006, 05:59 PM - Forum: Müzik, MP3z, Sinema - Yorum Yok

Ahmet ÖZKAN - Haydi git

Hani ölesiye,sevmiştik ikimizde
şimdide gidiyorsun bir veda bile etmeden
Hani yeminimdin,sönmeyen ateşimdin
şimdide gidiyorsun bir veda bile etmeden

Git haydi ardına bile bakmadan,
Resimleri birer birer yırtmadan,
Gözlerimi yaş seline boğmadan,
Git sevgilim haydi git...

Seni canımdan çok sevmiştim biriciğim,
şimdide gidiyorsun bir veda bile etmeden.
Sen benim herşeyimdin,canımdın gözbebeğim
şimdide gidiyorsun bir veda bile etmeden.

Git haydi ardına bile bakmadan,
Resimleri birer birer yırtmadan,
Gözlerimi yaş seline boğmadan,
Git sevgilim haydi git...


şiir:

şimdi , ardıma bile bakmadan giderken,
Gözyaşlarımı bırakıyorum sana hatıra
Yalanlarınla kırılan bu kalbim,
Seni benden ayırıyor.

Anla artık,
Bana döneceğin günlere gidiyorum,
şimdi sende git sevgilim haydi git.....



DOWNLOAD

Bu konuyu yazdır

  KARMA (Ahmet Özkan-Çılgın Sedat-Grup XTREM-İbrahim Erkal-...
Yazar: bjkli.akif - 10-21-2006, 05:57 PM - Forum: Müzik, MP3z, Sinema - Yorum Yok

Ahmet Özkan-git haydi
Çılgın Sedat-Delikanlı gibi
Grup XTREM-Hadi Git
İbrahim Erkal-Unutulurmuş
Selcuk sahin- vur hadi vur
Serdem Çoskun-alçak
şahan-Yanarım
Grup XTREM-Al canımı
Güllü-Çek git
Kader-Ama ben
Ayna-Anlatmalıymış meger
Grup XTREM-Tek sevdigimdin

yukarıdaki sarkıların şiir bölümlerini birleştirerek olusturdum

indirmeden önce dinleyebilirsiniz.



BURADAN İNDİREBİLİRİSİNİZ

Bu konuyu yazdır

  Öiraz Umut Öırak Geride...
Yazar: bjkli.akif - 10-20-2006, 11:48 PM - Forum: AŞk ve Sevgi üzerine - Yorum Yok





Sen git ama biraz umut kaLsin…
uzakLas benden, kir dök her seyi,
içimdeki seni, içindeki beni ama biraz umut birak…
Bir araLik kapi birak,
yasamam için tek nedenimken böyle terk etme beni…düsün…
sensiz yasayabiLir miyim..? düsün,
bensiz yasayabiLir misin..? düsün…
yasariz diyorsan git, kapi orada ama diyorum ya kapiyi araLik birak…oLurda ne biLeyim geri dönmek istersen
beni bu kapinin arkasinda buLabiLecegini biL…
istersen geri dönebiLecegini biL…
ama bu kapiyi kapatirsan
benim yeniden açacak gücümün oLmadigini da anla…
savasacak gücüm oLmadigini biL
senin için biLe..
öyLe paramparçayken her sey gidiyorsun ki,
öyLe büyük bir parçami yaninda götürüyorsun ki,
toparLanmamin imkansiz oLdugunu biLerek,
bundan önce yasanan her seyi siLip atip öyle ani gidiyorsun ki…
kaL diyemiyorum,
desem kaLacaksin beLki kimbiLir..
ama yapamiyorum…
bu sayfaya yüzlerce ‘’KAL’’ yazmak istiyorum
ama yapamiyorum…
o yüzden git ama biraz umut kaLsin…
git ama geri dön…
git ama arkana bak bir kerecik..
beni nasiL parçaLadigini gör öyLe git…
senin çektigin acinin bin katini
sadece gitme fikrinLe bana çektirdigini anLa öyle git…
eLvedasiz bir ayriLik oLsun hosça kaL bile deme…
diyorum ya bari senden geriye bir umut kalsin bana…
beni benden aL ve git…
pisman oLma…
sadece bir ihtimaL su kapiyi araLik birak…
bu kadar agir sözLer söyLeme giderken…
geri dönüsü oLmayan yoLLara sapmamiza neden oLma…
Düsün…
ve gideceksen öyLe git…
git ama biraz umut kaLsin senden geriye…
ve bu kapinin arkasinda bekLedigim her saat
her gün ayak sesLeri oLacak kuLagimda artik ayirt edebiLdigim,
bekLedigim sensin...

UNUTMA…

Bu konuyu yazdır

  ..:: YoKsuN ArTık ::..
Yazar: bjkli.akif - 10-20-2006, 10:40 PM - Forum: AŞk ve Sevgi üzerine - Yorum Yok

dncelermmz4.jpg


Düşüncelerim bos, düşüncelerim anlamsız,

düşüncelerim sensiz artık..

Hissedemiyorum eskisi gibi ! Duyamıyorum insanların çığlıklarını..

Duyularımı kaybettim ben, belki de hayatimi.

Anlaşılan şu oldu ki; acılar boşa çekildi.. zamanlar boşa tüketildi. Değmezmiş demek bile fazla artık senin için.. Hislerin öldüğü yerde yalnızlık baslar. Benimkisi daimi olur bundan sonra. Gece yarıları akıtılan göz yaşları boşuna.. bir sigaranın son dumanına kadar gizlenen duygular boşuna.. aslında sen boşunasın.

Ya da kendini zorla böyle gösterdin bana... Seni hayatımda artık herhangi bir insana cevirdim.. Herhangi bir yerde, herhangi bir zaman, herhangicesine bana gözüküp bir anda hayatımdan kaybolan herhangi..

Saçmalıyorum belki de..

Ama zaten hayat saçma değil mi ?

Bir doğum sancısından sonra başlayan bu anlamsız süreç saçma değil mi ?

İnsanlar saçma değil mi ?

Bu teknolojik zamanda monotonlaşan sevgiler saçma değil mi.. ??

Bence tümü saçma.. Benim saçma olduğum gibi.. Askının saçma olduğu gibi...
..
Seni kazandığımı düşündüğüm her noktada aslında kaybetmişim. Rol yapmışsın sen, sevmemişsin.. Ya ben ?

Umarsızca, hicbirşeyi önemsemeyecek kadar yolunu kaybetmişçesine neden bağlandım sana ?

Sen duygularını 1-2 SMS `ye sığdırabilecek kadar basit, ben ise satırlara sığdıramayacak kadar mağdurum.. Kuru bir yer arıyorum artık mendillerimde.. Ağlayabilmek için.. Sana olan nefretimi sonsuza dek saklayabilmek için..

Nefret ediyorum ! Sen öldün benim karanlık dünyamda.. Bulunamayacak kadar derine saklandın..

Karşıma çıkamayacak kadar eziksin artık..

Duygusuzsun..


Nötrsün sen..

var misin sen ?

bence yoksun ki..

( aslında hiç olmamışsın ki )



anggelll7asbb9.jpg

Bu konuyu yazdır

  ben seni unutmak için sevmedim..
Yazar: bjkli.akif - 10-20-2006, 10:24 PM - Forum: AŞk ve Sevgi üzerine - Yorum Yok

Sevmek... Dile kolay, kalbe ağır duygu. Hatırlıyor musun ansızın çıkıp gelerek nasıl da yüreğime taht kurduğunu.

Ayrılıklar... Hüzünler... Gözyaşları... Hepsi zalimce birer birer gelip yüreğimin başköşesine oturmuşlardı. Hayat, simsiyah bir tüle sarılmış açılmayı bekleyen bir hediye paketi gibi önümde durmaktaydı.

Hüzün yüklü karabulutların hızla yüreğimi kaplamaya çalıştığı bir zamanda, inatla girdin kararmaya yüz tutmuş dünyama...
Kilometrelerce uzaktan, bambaşka bir şehrin, değişik havasıyla, taşıyla, toprağıyla... Umutlarıyla… şiirleriyle… Farklı yaşamı ve sevdalarıyla her şeyden önemlisi sevgi yüklü, sıcacık yüreğiyle geldin.

Karanlık bir girdabın içinde sürüklenmekteyken, tüm sevginle ve gücünle çekip çıkardın. Yaşamı yeniden sevmeme, hayata yeniden bağlanmama sebep oldun. Bu yüzden sevdim seni.

Öyle farklıydın ki, yüzyıllardır kapağının aralanmasını, içindeki gizemin keşfedilmesini bekleyen kara kaplı bir defter gibi görmekteydim seni.

Ben bu defterin kapağını ilk açtığımda, dokunmakta olduğum simsiyah ve sert yüzünün aksine, bembeyaz sayfalara yumuşacık bir yazıyla yazılmaya çalışılmış kocaman bir ömür gördüm.

Neler yoktu ki içinde, ayrılıklar, ümitsiz bekleyişler, kederler… Mutluluk getiren sevinçler, gözyaşları… Yarınlara gülümseyerek bakan sevmeler... Daha neler... Neler...

Kara kaplı deftere yazılmış, her bir cümle, yüreğime gemici düğümleri misali açılmamacasına, düğümlüyordu seni.

Günüm seninle başlıyor, gecem seninle bitiyordu... Sesini duyduğum zaman yüzümdeki goncalar gül misali açılıyor, dünyam seninle dönmeye başlıyordu...

Yolda yürürken, otobüse binerken, yemek yerken, insanlarla konuşurken, kısacası nefes aldığım her an, konuştuğumuz her cümle, anlattığın her hikփ¢ye, okuduğun her şiir beyimde yankılanıyordu.

Ben sensizliği bile seninle yaşıyordum… Bu yüzden seviyordum seni.

Hatırlar mısın? Gökyüzünden aynı beyazlığın yeryüzünde iki farklı şehre yağdığı bir kış günü, gece yarısına doğru aramıştın beni... Eve gidiyorum, bu soğuk havada sesin içimi ısıtsın istedim demiştin. Biz birbirinden kilometrelerce uzakta, iki candık... Konuşmaya başladık, konuşma uzadıkça, dışarıda olanca hızıyla yağmakta olan kara aldırmadan, sen park ettiğin arabanın içinde, ayaklarını hissetmekte zorlanana dek, bense soba yanmayan buz gibi bir odada soğuktan parmaklarım buz tutana kadar konuşmuştuk. Yaşamın her hali gelip geçmişti telefon tellerinden...


Hiç kimse, yağan kar altında kulağıma senin gibi şiirler okumadı.
Hiç kimse bana senin baktığın gibi bakmadı…
Hiç kimse beni, senin sevdiğin gibi sevmedi…
Ve hiç kimse ama hiç kimse yüreğinin sıcaklığı bana senin kadar hissettiremedi.

İşte, O gecede, ne dışarıda yağan kar, ne de aradaki mesafeler bana şiirler okumana, beni sevdiğini söylemene engel olamamış, o ana kadar hiç kimse beni senin kadar mutlu edememişti.

Sevdan bana yakıştığı için, sevdam sana yaraştığı için seviyordum seni...

Sana kavuşmak, seni sevmek kadar yasak ve imkփ¢nsızdı… Ben sadece olabilme ihtimallerini sevdim.

Ben kara kaplı bir defterin, bembeyaz sayfalarını sevdim… Beyaz sayfalarsa kendisine dokunan her eli…

Ben sana փ¢şıktım… Sense aşk’a… Ben seni seviyordum… Sense mevsimleri…
Gelen her mevsimin kendine özgü bir güzelliği vardı, bu yüzden sen, sevemedin sadece beni...

Sen, baharda açan her bir gül tanesini sever gibi sevdin, yeni gelen her sevgiliyi...
Baharla her gelen sevgili için, unutup, sildin beni...
Bil ki! bir ben silemedim yüreğimden seni...
Çünkü ben seni UNUTMAK İÇİN SEVMEDİM Kİ...

Bu konuyu yazdır

  Beyin Bulmacası
Yazar: bjkli.akif - 10-20-2006, 09:47 PM - Forum: PSİKOLOJİ - Yorum Yok

Alan Woods - Ted Grant

Aklın Doğuşu




“Organik doğa ölü doğadan çıkıp gelişti; canlı doğa düşünmeye yetenekli bir form üretti. Önce düşünme yeteneğinde olmayan madde vardı; ondan, düşünen madde, yani insan çıktı. Eğer durum buysa –ve doğa bilimlerinden biliyoruz ki öyledir– aklın maddenin anası olmadığı, maddenin aklın anası olduğu açıktır. Çocuklar asla ebeveynlerden daha yaşlı olamazlar. «Akıl» sonra gelir, ve bu yüzden onu döl olarak görmeliyiz, ebeveyn olarak değil ... madde düşünen insanın belirmesinden önce vardı; herhangi türden bir «akıl» dünya yüzeyinde belirmeden çok önce dünyanın kendisi vardı. Başka bir deyişle madde nesnel olarak, «akıl»dan bağımsız olarak vardır. Ama «akıl» denilen ve hiçbir zaman ve hiçbir yerde maddesiz varolmayan psişik olgular asla maddeden bağımsız olmadılar. Düşünce beyin olmaksızın varolamaz; arzu eden bir organizma olmadan arzular imkփ¢nsızdır... Diğer bir deyişle, psişik olgular, yani bilinç olgusu, yalnızca belirli bir tarzda örgütlenmiş maddenin bir özelliği, bu maddenin bir «fonksiyonudur».” (Nikolay Buharin)

“Beyin mekanizmalarının yorumlanışı, biyolojinin son gizemlerinden birini, gölgeli mistisizmin ve şaibeli dinsel felsefenin son sığınağını temsil etmektedir.” (Steven Rose)

Gördüğümüz gibi, felsefenin merkezi konusu, yüzyıllardır düşünce ve varlık arasındaki ilişki sorunu olmuştur. şimdi nihayet, bilimin attığı büyük ileri adımlar, aklın gerçek doğasına ve nasıl işlediğine ışık tutmaya başlıyor. Bu ilerlemeler, materyalist bakışın çarpıcı bir doğrulanışını sunar. Özellikle beyin ve nörobiyoloji hakkında yürüyen tartışmalarda durum budur. İdealizmin son sığınağı saldırıya uğramaktadır. Ama bu saldırı, idealistleri inatçı bir direniş göstermekten alıkoymuyor:

Yaratılışın bu madde-dışı öğesini araştırmak imkփ¢nsız hale geldiğinde, çoğu kimse bu işi bıraktı. Yalnızca maddenin gerçek olduğunu düşünmeye başladılar. Ve böylelikle en derin düşüncelerimiz, kimya yasalarına göre işleyen beyin hücrelerinin ürünlerine indirgendi... Düşünceye eşlik eden elektriksel beyin sinyallerini inceleyebiliriz, ama Platon’u sinir pulslarına ya da Aristoteles’i alfa-dalgalarına indirgeyemeyiz... Fiziksel hareketlerin betimlemeleri asla bu hareketlerin anlamını açığa çıkarmayacaktır. Biyoloji ancak, nöronlar ve sinapsların kapalı dünyasını inceleyebilir.[1]

“Akıl” dediğimiz şey beynin varoluş tarzından başka bir şey değildir. Milyonlarca yıllık evrimin ürünü olan muazzam ölçüde karmaşık bir olgudur. Beyin ve sinir sisteminde gerçekleşen karmaşık süreçleri ve bir o kadar karmaşık olan zihinsel süreçlerle çevre arasındaki karşılıklı ilişkileri çözümlemekteki zorluk, düşüncenin doğasını doğru bir biçimde anlamamızın yüzyıllarca gecikmesine neden oldu. Bu durum, idealistlerin ve ilփ¢hiyatçıların, bedende geçici olarak konaklamak üzere tasarlanmış maddesel olmayan bir öz olarak düşünülen “ruh”un mistik addedilen doğası üzerine spekülasyonlar yapmalarına olanak tanıdı. Modern nörobiyolojinin atılımları, idealistlerin nihayet son sığınaklarından da kovulmaları anlamına gelir. Beyin ve sinir sisteminin sırlarını çözmeye başladıkça, aklı, doğa-üstü etkenlere başvurmaksızın, beyin faaliyetlerinin toplamı olarak açıklamak giderek daha kolay hale gelmektedir.

Nörobiyolog Steven Rose’un sözleriyle, akıl ve bilinç “insanoğlunun ortaya çıkışı yolunda bir dizi evrimsel değişim içinde gelişen özgün beyin yapılarının evriminin kaçınılmaz sonucudur… Bilinç, kendine özgü bir karmaşıklık düzeyinin ve serebral kortekse* ait sinir hücreleri (nöronlar) arasındaki etkileşim derecesinin evriminin bir sonucudur. Bunun aldığı biçim her bireyde, bireyin çevresiyle ilişkisi içerisinde gelişimi tarafından büyük ölçüde değiştirilmiş olsa da durum budur.”[2]

Akıl – Bir Makine mi?

İnsan beyninin kavranışı, modern bilimin doğuşu ve kapitalist toplumun ortaya çıkışından bu yana geçen son 300 yılda önemli ölçüde değişti. Beyinin algılanış tarzı, tarihsel olarak, mevcut dinsel ve felsefi önyargılarla bezenmiştir. Kilise için akıl “Tanrının evi” idi. 18. yüzyılın mekanik materyalizmi, aklı saat mekanizması gibi işleyen bir makine olarak görüyordu. Son zamanlarda ise akıl, olasılıksal olayların olası olmayan bir toplamı olarak tanımlanmıştır. Katolik ideolojinin her şeye egemen olduğu Ortaçağda ruhun bedenin bütün parçalarına sızmış olduğu söylendi; beyin, beden, akıl ya da madde ayrıştırılamazdı. Copernicus, Galileo ve nihayet Newton ve Descartes’ın mekanik materyalist görüşlerle ortaya çıkmasıyla bu bakış açısında bir kayma oldu.

Descartes için dünya makine benzeri bir şey ve canlı organizmalar da yalnızca özel tipte saatimsi ya da hidrolik makinelerdi. Bilime egemen olan ve makineyi canlı organizmalar için bir model olarak alan özgün bir dünya görüşünü meşrulaştıran temel metafor işlevi gören de bu Kartezyen makine imgesidir. Beden, parçalara ayrıldığında özsel niteliğini yitiren ayrıştırılamaz bir bütündür. Tam tersine, makinelerse, anlaşılmaları için sökülebilirler ve sonra tekrar bir araya getirilebilirler. Her parça ayrı ve çözümlenebilir bir işlevi yerine getirir, ve bütün, birbiri üzerine etkisi olan ayrı parçaların işleyişiyle tanımlanabilen düzenli bir tarzda işler.

Beyin imgesi her aşamada, o dönemin biliminin sınırlarını sadakatle yansıtmıştır. 18. yüzyılın mekanik dünya görüşü günün en ileri biliminin mekanik olduğu gerçeğini yansıtıyordu. Büyük Newton tüm evreni mekaniğin yasalarıyla açıklamamış mıydı? O halde neden insan bedeni ve aklı başka tarzda işliyor olsundu? Descartes insan bedenini bir tür kendi kendine işleyen makine olarak tanımladığında bu bakış açısını benimsemişti. Ama Descartes dindar bir Katolik olduğundan, ölümsüz ruhun bu makinenin bir parçası olduğunu kabul edemezdi. Ruh, beynin pineal bezi denilen özel bölgesinde yer alan bütünüyle ayrı bir şeydi. Ruh, bedendeki geçici konaklamasını sürdürdüğü beynin bu kuytu köşesinden, makineye hayat veriyordu. Steven Rose şöyle diyor:

Batı bilimsel düşüncesindeki kaçınılmaz ama ölümcül kopukluk böylelikle gelişti. Descartes’ta ve onun takipçilerinde “düalizm” olarak bilinen bu dogma, göreceğimiz gibi, insanların sonuçta moleküllerin hareketinden “başka bir şey olmadığını” kabul etmek istemeyen her türden indirgemeci materyalizmin kaçınılmaz sonucu olan bir dogmaydı. Düalizm, dinin ve indirgemeci bilimin iki yüzyıl boyunca ideolojik üstünlük elde ederek diğerini alt etmek için kaçınılmaz olarak büyük bir çekişme içine girmelerini mümkün kılan mekanizmin paradoksuna bir çözümdü. O günün kapitalist düzeniyle uyumlu bir çözümdü bu, çünkü bu bakış açısı, işgünlerinde, insanların nesneleştirilmiş ve çelişkisizce sömürülme yeteneğinde olan salt birer fiziksel mekanizma olarak görülmesini mümkün kılıyordu. Beri yandan Pazar günlerinde, bedenin çalıştığı günlerde maruz kaldığı travmalardan etkilenmeyen, sınırlanmamış ve bedensiz bir ruhun ölümsüzlüğü ve özgür iradesi ileri sürülerek ideolojik kontrol pekiştirilebilirdi.[3]

18. ve 19. yüzyıllarda aklın “makinedeki hayalet” biçimindeki tasarımı değişti. Elektriğin keşfiyle beyin ve sinir sistemi bir elektrik şebekesi olarak algılandı. Yüzyıl dönümünde, beynin farklı organlardan gelen mesajları işlediği telefon santrali analojisi doğdu. Kitlesel üretim çağıyla birlikte de, bir çocuk ansiklopedisindeki şu alıntıda tipikleşen, iş organizasyonu modeli çıka geldi:

Beynimizi büyük bir şirketin yönetim birimi olarak düşünün. O, burada gördüğümüz gibi bölümlere ayrılmıştır. Merkez ofisteki büyük masada tüm bölümlere telefon hatlarıyla bağlı olan Genel Müdür –kendi bilinciniz– oturur. Çevrenizde baş yardımcılarınız vardır; görme, tatma, koku, duyma ve dokunma gibi Gelen Mesaj Amirleri (son ikisi merkez ofisin arkasında gizlidir). Bu amirlerin yanında da konuşmayı ve kolları, bacakları ve bedenin tüm diğer parçalarını kontrol eden Giden Mesaj Amirleri bulunur. Elbette, sadece en önemli mesajlar sizin ofisinize ulaşır. Kalbi, ciğerleri ve mideyi çalıştırmak gibi rutin görevler ya da kasların çalışmasının küçük ayrıntılarının gözetlenmesi Medulla Oblongatadaki* Otomatik İşlemler Müdürleri ve Beyincikteki Refleks İşlemleri Müdürü tarafından yürütülürler. Tüm diğer bölümler, bilimcilerin serebrum** dedikleri şeyi oluştururlar.

Hayret verici hesapları yapabilen bilgisayarın keşfiyle birlikte beyinle paralellik kurulması kaçınılmaz hale geldi. Bilgisayarların bilgi depolama biçimine bellek denildi. Gittikçe daha güçlü bilgisayarlar yapıldı. Bir bilgisayar insan beynine ne kadar yaklaşabilirdi? Nihayet, bilim-kurgu, bilgisayarların insan zekփ¢sını geçtiği ve dünyayı ele geçirmek için savaştıkları Terminatör filmlerini önümüze getirdi. Oysa Steven Rose son kitabında şöyle açıklıyor:

Beyin, bilgisayardaki gibi bilgiyle değil anlamla çalışır. Ve anlam, doğal ve toplumsal çevreleriyle etkileşim içindeki bireyler tarafından ifade edilen, tarihsel ve gelişimsel olarak şekillenmiş bir süreçtir. Gerçekten de, belleği incelemenin sorunlarından birisi, onun kesinlikle diyalektik bir olgu olmasıdır. Zira bizler her hatırlayışımızda bazı bakımlardan anılarımız üzerinde işlem yapar ve onları dönüştürürüz; onlar basitçe depodan çağrılıp, bir kez danışılıp, değişmemiş olarak yerlerine konmazlar. Anılarımız onları her hatırladığımızda yeniden yaratılırlar.[4]

Beyin Nedir?

İnsan beyni, maddenin evriminin ulaştığı en üst noktadır. Fiziksel olarak yaklaşık 1,5 kilogramdır ve birçok insan organından daha ağırdır. Yüzeyi bir ceviz gibi kıvrımlıdır ve soğuk yulaf lapasını andıran bir rengi ve kıvamı vardır. Ne var ki biyolojik olarak son derecede karmaşıktır. Muazzam sayıda, muhtemelen toplam 100 milyar kadar hücre (nöronlar) içermektedir. Fakat her bir nöronun, kendisine destek hizmeti gören glia denen daha küçük hücrelerden oluşan bir topluluk içine gömülü olduğunu keşfettiğimizde bu sayı bile cüce kalır.

Beynin büyük bölümünü, iki eşit parçaya bölünmüş olan serebrum oluşturur. Serebrumun yüzeyi korteks olarak adlandırılır. Korteksin büyüklüğü insanı bütün diğer organizmalardan ayırır. Serebrum kabaca belirli vücut fonksiyonlarına karşılık gelen ve algısal bilgiyi işleyen bölgelere ya da loplara ayrılır. Serebrumun arkasında, vücuttaki tüm küçük kas hareketlerini kontrol eden beyincik uzanır. Bu kısımların altında omuriliğin devamı olan kalın bir sap ya da beyin sapı bulunur. Burası, her şeyi beyinle iletişime sokmak üzere, beyinden çıkarak omurilikten geçen ve vücudun tüm sinir sistemine uzanan sinir liflerini taşır.

İnsanları diğer hayvanlardan kesin olarak ayıran büyük beyine, esasen, neo-korteks olarak bilinen sinir hücrelerinin ince dış katmanının kalınlaşması yol açmıştır. Ancak bu genişleme beynin tüm bölgeleri için aynı değildir. Planlama ve öngörüyle ilgili olan ön loplar diğer bölgelerden çok daha fazla büyümüştür. Aynı şey, kafatasının arka kısmındaki beyincik için de geçerlidir; beyincik, otomatik beceriler edinme yeteneğiyle ve bisiklet sürme, araba sürerken vites değiştirme ya da pijamanın düğmelerini ilikleme gibi düşünmeksizin yerine getirdiğimiz bir sürü gündelik eylemimizle ilişkilidir.

Beynin kendisi, bir kan kaynağından uzak bölgelere besin taşıyan bir dolaşım sistemine sahiptir. Yaşamsal önemi olan oksijen ve glikozu taşıyan kanın büyük bölümünü beyin çeker. Bir yetişkinin beyni vücut ağırlığının %2’sini oluştursa bile, beynin oksijen tüketimi toplam oksijen tüketiminin %20’sidir. Bir bebekte bu %50 gibi büyük bir orandadır. Vücudun glikoz tüketiminin %20’si de beyinde gerçekleşir. Kalp tarafından pompalanan kanın beşte biri beyinden geçer. Sinirler bilgiyi elektriksel olarak iletirler. Bir sinirden geçen sinyal bunu bir elektrik dalgası biçiminde gerçekleşir; yani hücrenin gövdesinden sinir lifinin ucuna ilerleyen bir puls biçiminde. Demek ki beynin dili, sadece miktar açısından değil, frekans açısından da elektriksel uyarımlardan oluşur. Steven Rose şunları söylüyor:

Öngörülerimizi dayandırdığımız bilgi, çeşitli dalga boyları ve şiddetteki ışık ve ses dalgaları, sıcaklık dalgalanmaları, derinin belli noktalarındaki basınç, burun ya da dil tarafından saptanan belli kimyasal maddelerin yoğunluğu gibi biçimlerde vücudun yüzeyine ulaşan verilere bağlıdır. Vücut içerisinde bu veriler bir dizi elektriksel sinyallere dönüştürülürler, bu sinyaller özel sinirler üzerinden geçerek merkezi beyin bölgelerine ulaştırılır ve orada birbirleriyle etkileşerek belli tiplerde yanıtlar üretilir.

Nöron, bu bilgi aktarımını gerçekleştiren (mesajlar aksonlardan sinapslara ulaşır) çok sayıda özellikten (dendritler, hücre gövdesi, akson, sinapslar) oluşur. Diğer bir deyişle, nöron beyin sisteminin temel birimidir. Her koordine kas hareketinde binlerce motor nöron yer alır. Daha karmaşık hareketlerde milyonlarcası yer alır; her ne kadar bir milyon sayısı bile insan korteksindeki toplam sayının yalnızca yaklaşık yüzde 0,01’ini temsil ediyor olsa da. Ama beyin ayrı parçaların bir montajı olarak düşünülemez. Beyinin ayrıntılı bileşiminin analizi yaşamsal bir önem taşısa bile, bu yöntem ancak bir noktaya kadar işe yarayabilir.

“Beynin davranışının betimlenebileceği birçok düzey vardır” diyor Rose. “Atomların kuantum yapısı ya da beyni oluşturan kimyasalların moleküler özellikleri; içindeki tekil hücrelerin elektro-mikrografik görünüşü; karşılıklı etkileşim içindeki bir sistem olarak nöronların davranışı; bu nöronların zaman içinde değişen bir örgü olarak evrimsel ya da gelişimsel tarihi; söz konusu beyne sahip insan bireyinin davranışsal tepkisi; bu insanın aile ya da toplumsal çevresi vb. gibi düzeylerde beynin davranışları betimlenebilir.”[5] Beyni anlamak için, tüm parçalarının karmaşık diyalektik iç bağıntılarını kavramak gerekir. Bir sürü bilim dalını bir araya getirmek gerekir; etnoloji, psikoloji, fizyoloji, farmakoloji, biyokimya, moleküler biyoloji ve hatta sibernetik ve matematik.

Beynin Evrimi

Antik mitolojide tanrıça Minerva tam donanımlı olarak Jüpiter’in başından çıkıvermiştir. Beyin bu kadar talihli değildi. Bir anda yaratılmış olmak şöyle dursun, beyin, mevcut karmaşık sistemine ancak milyonlarca yıllık bir sürede evrimleşti. Evrimin çok ilkel bir düzeyinde ortaya çıktı. Tek hücreli canlılar belirli davranış kalıpları gösterirler (örneğin, ışığa ya da besinlere doğru hareket). Çok hücreli yaşamın doğuşuyla birlikte hayvan ve bitki yaşamı arasında keskin bir ayrım oluştu. Bitkiler, “iletişim” kurmalarını sağlayan iç sinyal aygıtlarına sahip olsalar da, bitki evrimi, sinirlerin ve beynin evriminden başka yöne döndü. Hayvanlar փ¢leminde hareket, vücudun farklı kısımlarındaki hücreler arasında hızlı bir iletişimi zorunlu kıldı.

Tüm gereksinimlerine tek bir hücrenin içinde sahip olan en basit organizmalar kendine yeterlidirler. Hücrenin bir kısmıyla diğer kısımları arasındaki iletişim görece basittir. Öte yandan, çok hücreli organizmalar nitel olarak farklıdırlar ve hücreler arasında uzmanlaşmanın gelişimini mümkün kılarlar. Belirli hücreler öncelikle sindirimle uğraşabilirler, diğerleri koruyucu bir tabaka oluştururlar, diğerleri dolaşımı sağlarlar vs. Kimyasal sinyaller (hormonlar) en ilkel çok hücreli organizmalarda bile mevcuttur. Bu ilkel düzeyde dahi uzmanlaşmış hücreler bulunabilir. Bu, sinir sistemine doğru atılmış bir adımdır. Yassı solucan gibi daha karmaşık organizmalar, nöronların bir ganglionda* kümelendikleri bir sinir sistemi geliştirmişlerdir. Ganglionun, sinirler ve beyin arasındaki evrimsel halka olduğu saptanmıştır. Bu sinir hücresi kümeleri, böceklerde, kabuklu hayvanlarda ve yumuşakçalarda görülürler.

Bir kafanın gelişmesi ve göz oyuklarının ve ağzın bu kafada kendilerine bir yer bulmaları, hayvanın hareket etmekte olduğu yön hakkında bilgi edinmesinde bir avantajdır. Bu gelişimle uyumlu olarak bir ganglia grubu yassı solucanın başında kümelenir. Bu kümelenme, ilkel biçimine rağmen beynin evrimini temsil eder. Yassı solucan aynı zamanda, gelişmiş beynin kilit bir özelliği olan öğrenme yeteneği de sergiler. Bu gelişme beynin evrimine giden yolda ileri doğru devrimci bir sıçramayı temsil eder.

On yıl kadar önce Amerikalı sinirbilimciler insanlarda bellek oluşumu için gerekli olan temel hücre mekanizmalarının salyangozlarda da mevcut olduğunu buldular. Columbia üniversitesinden Profesör Eric Kandel, Aplysia Californica denilen bir deniz salyangozunun öğrenme ve bellek yeteneğini inceledi ve bu salyangozların, insanlarda da bulunan bazı temel özellikleri sergilediklerini buldu. Fark şudur ki, insan beyni 100 milyar sinir hücresine sahipken, Aplysia daha büyük boyutlarda ama yalnızca birkaç bin sinir hücresine sahiptir. Bu mekanizmaları bir deniz salyangozuyla paylaşmamız olgusu, idealistlerin insanoğlunu tüm diğer hayvanlardan ayrı ve uzak, bir tür eşsiz yaratık olarak sunmaktaki inatçı çabalarına yeterli bir yanıttır. Beynin hemen hemen her fonksiyonu bir biçimde belleğe bağlıdır. Bu olguyu açıklamak için hiçbir ilփ¢hi müdahaleye gerek yoktur. Doğal süreçler çok tutucu olma eğilimindedirler. Belli fonksiyonları yerine getirmekte yararlılığını kanıtlamış bir uyarlanma bir kez sağlanınca, artık evrim boyunca sürekli olarak tekrarlanır ve evrimsel avantaj sunduğu bir düzeye dek genişletip geliştirilir.

Evrim, hayvanların beyinlerinde, özellikle çok büyük beyinlere sahip üst primatlar ve insanlarınkinde birçok yeniliği gündeme getirdi. Aplysia bir şeyi birkaç hafta için “hatırlasa” da, onun belleği yalnızca, insanlarda alışkanlık olarak bilinen bir zihinsel etkinlik düzeyini içerir. Bu tür bir bellek, örneğin nasıl yüzüldüğünü hatırlamada söz konusudur. Beyni hasar görmüş insanlarda yapılan araştırmalar, olguları hatırlama yeteneğinin ve alışkanlıkların beyinde ayrı yerlerde depolandığını göstermektedir. Bir kişi olgu belleğini yitirebilir, ama yine de bisiklet sürebilir. İnsan aklını dolduran anılar, kuşkusuz bir salyangozun sinir sisteminde işleyen süreçlerden sonsuz ölçüde daha karmaşıktır.

Beynin süregiden büyümesi, hayvan evriminde büyük bir değişikliği gerektirdi. Eklembacaklıların ya da yumuşakçaların sinir sistemi, temel bir tasarım sorunu nedeniyle daha fazla gelişemez. Sinir hücreleri bağırsak etrafında bir halka biçiminde düzenlenmişlerdir ve eğer genişlerlerse bağırsağı gitgide sıkıştırırlar; örümcekte bu sınır çok keskin bir biçimde açığa çıkar, bağırsak sinir halkası tarafından öyle daraltılmıştır ki, örümcek yiyeceğini yalnızca ince bir sıvı olarak sindirebilir. Bünyeleri kendi ağırlıkları altında parçalanacağı için böcekler belirli bir büyüklüğün ötesinde büyüyemezler. Beyin büyüklüğü fiziksel sınırlarına ulaşmıştır. Korku filmlerindeki dev böcekler bilim-kurgu alanında kalmaya mahkփ»mdurlar.

Beynin daha da gelişmesi sinirlerin bağırsaktan ayrılmasını gerektirir. Omurgalı balığın ortaya çıkması, omurilik ve beynin sonraki gelişim modelini sunar. Kafatası boşluğu büyümüş bir beyni barındırabilir ve sinirler beyinden çıkarak omurga içinden geçip omuriliğin aşağılarına ulaşırlar. Göz çukurlarında optik desenleri sinir sistemine sunabilen görüntü oluşturucu bir göz gelişti. Karada amfibilerin ve sürüngenlerin ortaya çıkışı, ön beyin bölgesinin muazzam gelişimine tanık oldu ki, bu da optik loblar sayesinde gerçekleşti.

Yirmi yıl önce, California üniversitesinden Harry Jerison, beyin büyüklüğünün vücut büyüklüğüyle bağıntılı olduğu fikrini geliştirdi ve bunun evrimsel gelişiminin izini sürdü. Jerison sürüngenlerin 300 milyon yıl önce küçük beyinli olduklarını ve bugün de öyle kalmış olduklarını keşfetti. Dinozorlar da dahil olmak üzere, sürüngenlerin beyin büyüklüğünün vücut büyüklüğüne bağlı olarak çizilen grafiği düz bir çizgi oluşturmuştur. Ne var ki, yaklaşık 200 milyon yıl önce ilk memelilerin evrimi göreli beyin büyüklüğünde bir sıçramaya işaret eder. Bu küçük gece hayvanları ortalama bir sürüngenden dört beş kat daha büyük beyinlere sahiptiler. Bu, büyük ölçüde, yalnızca memelilere özgü olan serebral korteksin gelişimi nedeniyleydi. Beyin yaklaşık 100 milyon yıl aynı göreli büyüklükte kaldı. Sonra, 65 milyon yıl kadar önce, hızlı bir gelişme gösterdi. Roger Lewin’e göre beynin gelişimi 30 milyon yıl içinde “dört ilփ¢ beş kat artmıştı ve en büyük artışlar, ungulatlar (toynaklı memeliler), etoburlar ve primatların evrimiyle çakışmaktaydı.” (New Scientist, 5 Aralık 1992.)

Maymunlar, insansı maymunlar ve insanlar evrimleştikçe beyin büyüklüğü daha da arttı. Vücut büyüklüğü dikkate alındığında maymunların beyinleri modern memeli ortalamasının iki ilփ¢ üç katıdır, ama insan beyni altı katıdır. Beynin gelişimi sürekli tedrici bir gelişme değil, kesintiler, başlangıçlar ve sıçramalardan oluşan bir gelişme sergilemiştir. “Kalın fırçalarla çizilmiş bu resim önemli ayrıntıları atlıyorsa da asıl mesaj yeteri kadar nettir;” diyor Roger Lewin, “beynin tarihi, değişim patlamalarıyla kesintiye uğrayan uzun durgunluk dönemlerinden oluşur.”

Beynin göreli büyüklüğü, beyin hacminin yüzde 70-80’ini oluşturan bir korteks geliştirerek 3 milyon yıl içinde –evrimsel bir sıçrama– üç katına çıktı. İki ayaklı ilk hominid türü 10 ilփ¢ 7 milyon yıl önce evrimleşti. Ne var ki, insansı maymunlarla aynı düzeyde olan beyinleri görece küçüktü. Ardından, yaklaşık 2,6 milyon yıl önce Homonun doğuşuyla birlikte hızlı bir büyüme gerçekleşti. “Modern insanların atalarının evriminde bir sıçrama gerçekleşti” diyor Kiel üniversitesinden jeolog Mark Maslin. “Bulunan kanıtlar” diye açıklıyor Lewin, “beyin büyümesinin 2,5 milyon yıl kadar önce, yani taş aletlerin ilk ortaya çıkmasıyla çakışan bir dönemde başladığı hissini veriyor.” Engels’in açıkladığı gibi, emekle birlikte beynin büyümesi ve konuşmanın gelişmesi çıka geldi. İlkel hayvan iletişimi, nitel bir ilerleme olarak dilin yolunu açtı. Bu durum ses tellerinin gelişmesine de bağlı olmalıydı. İnsan beyni, yakın akraba olduğumuz şempanzenin çok ötesinde soyutlamalar ve genellemeler yapma yeteneğindedir.

Beynin büyüklüğündeki artış, sinir şebekesinin karmaşıklığının artmasını ve reorganizasyonunu da beraberinde getirdi. Bundan asıl yararlanan, insansı maymunlardakinin altı katı büyüklükte olan korteksin ön kısmı, önyüz bölgesi olmuştur. Büyüklüğü nedeniyle bu bölge, diğer beyin bölgelerinden gelen bağlantıların yerini alarak orta beyne daha fazla lif bağlantısı kurabilir. “Bu durum, dilin evrimi için önemli olabilir” diyor Harvard üniversitesinden Terrence Deacon, önyüz bölgesinin insanın belli konuşma merkezlerine ev sahipliği yaptığına dikkat çekerek. Bilincin bu gerçekliği, insanlarda kendinin farkına varışta ve düşüncede açığa çıkar. Steven Rose şöyle diyor:

Bilincin ortaya çıkışıyla, insanlarla diğer türler arasındaki kritik ayrımı oluşturan, ileriye doğru nitel bir evrim sıçraması olmuştur, böylelikle insanlar çok daha fazla çeşitlenmiş ve diğer organizmalar için mümkün olandan daha karmaşık etkileşimlere maruz kalmıştır. Bilincin doğuşu insanın varoluş tarzını nitel olarak değiştirmiştir; bilinçle birlikte, karmaşıklığın yeni bir düzeni, daha yüksek bir hiyerarşik örgütlenme düzeni görünür hale gelir. Ama bilinci statik bir biçim olarak değil de, birey ile çevresi arasındaki etkileşimleri de kapsayan bir süreç olarak tanımladığımızdan dolayı, insan ilişkileri insan toplumunun evrimi boyunca dönüşürken insan bilincinin de nasıl dönüştüğünü görebiliriz. Kafatası kapasitemiz ya da hücre sayımız ilk Homo sapiensten pek farklı olmayabilir, ama çevremiz –toplum biçimlerimiz– çok farklıdır ve bu nedenle bilincimiz de çok farklıdır; bu aynı zamanda beyin durumlarımızın da çok farklı olduğu anlamına gelir.[6]

Konuşmanın Önemi

Konuşmanın –özellikle “iç konuşma”nın gelişimi– beynimizin gelişimi üzerindeki etkisi belirleyici önemdedir. Bu yeni bir düşünce değildir, antik Yunanlılar ve 17. yüzyıl filozofları, özellikle de Thomas Hobbes, bunu biliyorlardı. İnsanın Türeyişi adlı kitabında Charles Darwin şöyle açıklıyordu: “İster seslendirilmiş ister sessiz olsun, çeşitli sözcüklerin yardımı olmaksızın karmaşık ve uzun bir düşünceler silsilesini gerçekleştirilebilmek, cebirsel sayılar olmaksızın uzun bir hesaplamanın yapılmasından daha mümkün değildir.” 1930’larda Sovyet psikologu Lev Vigotski tüm psikolojiyi bu temelde yeniden inşa etmeye girişti.

Vigotski çeşitli çocuk davranış örneklerini kullanarak, çocukların kendi kendilerine yüksek sesle konuşmaya neden bu denli çok zaman ayırdıklarını açıkladı. Gelecekte iç konuşma olarak içselleştirecekleri planlama alışkanlığının provasını yapmaktaydılar. Vigotski bu iç konuşmanın, insanın anıları yeniden derleme ve hatırlama yeteneğinin temelini oluşturduğunu gösterdi. Genellemeler yapma ve perspektif sunma yeteneğindeki insan aklı, algılarımızla uyarılan bir iç düşünceler dünyasının hakimiyeti altındadır. Hayvanların da belleği vardır, ama onlar yakın çevresini yansıtan bir biçimde o ana kilitlenmiş gibidirler. İnsan iç konuşmasının gelişimi, insanların düşünce üretmesini ve bu düşünceleri hatırlamasını mümkün kılar. Başka bir deyişle, iç konuşma insan aklının evriminde kilit bir rol oynamıştır.

Her ne kadar erken ölümü, Vigotski’nin çalışmalarını kesintiye uğrattıysa da, antropoloji, sosyoloji, dil bilimi ve eğitim psikolojisinin önemli katkılarıyla fikirleri ele alınıp incelenmiş ve genişletilmiştir. Geçmişte, bellek, kısa ve uzun dönemli belleği içeren üniter bir biyolojik sistem olarak inceleniyordu. Bellek, nörofizyolojik, biyokimyasal ve anatomik olarak incelenebiliyordu. Ama bugün, diğer bilimleri de içeren daha diyalektik bir yaklaşımın önü açılmaktadır. Rose şunları söylüyor:

Bu indirgemeci yaklaşımdan, organizmayı inceleyen bilimlere düşen görevin, bireyin davranışını, belirli moleküler düzenlenişlere indirgemek olduğu sonucu çıkmaktadır; beri yanda organizma popülasyonlarının incelenmesi de, karşılıklı ya da bencil özgeciliği kodlayan DNA ipliklerinin araştırılması düzeyine düşürülmektedir. Son on yılda, bu yaklaşımın paradigmasını, öğrenmeden kaynaklanan ve belirli anıları “kodlayan” RNA’nın, proteinlerin ya da peptid moleküllerinin yalıtılması çabaları; ya da moleküler biyologun, bir dizi elektron mikroskobu kesitiyle haritası çıkartılabilecek ve bu harita içerisinde farklı davranışsal mutasyonlarla ilişkili farklı bağlantı diyagramlarının tanımlanabileceği “basit” bir sinir sistemine sahip bir organizma arayışı oluşturmuştur.[7]

Ve şu sonuca varıyor:

Bu tür bir indirgemeciliğin içine sürüklendiği paradokslar, sistem modelleyicilerininkinden muhtemelen daha beterdir. Bu paradokslar şüphesiz Descartes’tan beri çok bariz biçimde ortadaydılar. Descartes’ın, organizmayı, hidrolikle çalışan hayvani bir makineye indirgeyişini, insan söz konusu olduğunda, pineal bezinde yer alan özgür irade sahibi bir ruhla uzlaştırmak zorunda kalınmıştı. Nitekim daha sonraları, ki bugün de öyledir, mekanik indirgemecilik, işe yaramaz bir hale gelmeden önce, halis bir idealizme sürüklendi.

Beynin evriminde bazı kısımlar tamamen bir kenara atıldı. Yeni yapılar gelişirken, eskiler önem ve hacim bakımından küçüldüler. Beynin gelişimiyle birlikte öğrenme kapasitesi de artar. Eskiden insansı maymunun insana dönüşümünün beynin gelişimiyle başladığı varsayılmaktaydı. Bir insansı maymunun beyni (hacimce) 400 ilփ¢ 600 santimetreküp arasındadır, insan beyni ise 1200 ilփ¢ 1500 santimetreküp. “Kayıp halka”nın, esasen insansı maymun benzeri, ama daha büyük beyinli olduğuna inanılıyordu. Yine aynı şekilde, büyük bir beynin dik duruşu da öncelediği düşünülmekteydi.

Engels bu ilk beyin teorisine, yanlış idealist tarih görüşünün bir uzantısı olarak kararlı bir biçimde karşı çıktı. Yürüyüşteki dik duruş insansı maymundan insana geçişte tayin edici adımdı. Ellerini özgür bırakan şey tam da iki ayaklı doğalarıydı; sonradan beynin büyümesine yol açan şey de bu duruş biçimidir. “Önce emek gelir” diyor Engels, “ardından onunla birlikte net konuşma; bunlar, insansı maymunun beyninin, insan beynine tedricen dönüşmesine neden olan en temel iki uyarıcıdır.”[8] Daha sonraları keşfedilen fosilleşmiş kalıntılar Engels’in görüşünü doğrulamıştır. “Bu doğrulama her türlü bilimsel şüphenin ötesinde tamdı. Afrika’da gün ışığına çıkarılan yaratıklar insansı maymunlarınkinden daha büyük olmayan beyinlere sahiplerdi. Bunlar insanlar gibi yürümüş ve koşmuşlardı. Ayak modern insanınkinden çok az farklıydı ve el insandaki şekline doğru yarı yoldaydı.”[9]

İnsanların kökenleri konusunda Engels’in görüşlerini destekleyen kanıtların giderek artıyor olmasına rağmen, önce beynin geliştiği anlayışı hփ¢lփ¢ canlıdır ve ortalıkta dolaşmaktadır. Son zamanlarda çıkan, Kaçak Beyin, İnsan Eşsizliğinin Evrimi adlı bir kitapta yazar Christopher Wills şöyle diyor: “Biliyoruz ki atalarımızın beyinleri büyüdükçe aynı zamanda duruşları daha dikleşiyor, ince hassas becerileri gelişiyor ve çıkardıkları sesler konuşmaya doğru derece derece ilerliyordu.”[10]

İnsan, çevresi ve kendisi hakkında giderek daha fazla bilinçlenir. Diğer hayvanların aksine insanlar kendi deneyimlerini genelleyebilirler. Hayvanlar çevrelerinin hakimiyeti altında iken, insanlar çevrelerini kendi ihtiyaçlarına uydurmak için değiştirirler. Bilim, Engels’in şu ifadesini doğrulamıştır. “Bilincimiz ve düşüncemiz, ne kadar duyuüstü görünürse görünsün, maddi, bedensel bir organın, beynin ürünüdürler. Madde aklın bir ürünü değildir, tersine aklın kendisi yalnızca maddenin en yüksek ürünüdür. Bu, elbette, saf materyalizmdir.”[11] Beyin geliştikçe öğrenme ve genelleme kapasitesi de gelişir. Önemli bilgiler beyinde, muhtemelen sistemin birçok farklı bölümünde depolanır. Bu bilgiler, beyindeki moleküller yenilendiğinde silinmezler. On dört gün içinde beyin proteinlerinin %90’ı parçalanır ve özdeş moleküllerle yenilenirler. Beynin evrimini durdurduğunu düşünmek için de bir neden yoktur. Onun kapasitesi sonsuz kalmaktadır. Sınıfsız toplumun gelişimi, insanoğlunun kavrayışında da ileri doğru yeni bir sıçramaya tanık olacaktır. Örneğin, genetik mühendisliğinin başarıları henüz bebeklik evresindedir. Bilim muazzam olanaklar ve meydan okuyuşların önünü açıyor. Beyin ve insan zekփ¢sı gelecekteki bu meydan okumaları karşılayacak şekilde evrimleşecektir. Ama gelişmenin sonu gelmeyen spiralinde, her problem çözülüşünde çok daha fazla sorun ortaya çıkacaktır.

Kaynak: AKLIN İSYANI Marksist Felsefe ve Modern Bilim.

Bu konuyu yazdır

  PSİKOLOJİ NEDİR?
Yazar: bjkli.akif - 10-20-2006, 09:33 PM - Forum: PSİKOLOJİ - Yorum Yok



İnsan ve hayvan davranışlarıyla ve bilişsel süreçleriyle ilgilenen psikoloji biliminin 125 yıllık bir tarihi vardır. Bu genç yaşına rağmen psikoloji, biyolojiden sosyolojiye kadar uzanan oldukça geniş kapsamlı bir alandır. Psikoloji insan ve hayvan davranışlarını ve bu davranışlarla ilintili psikolojik, sosyal ve biyolojik süreçleri inceleyen bir alandır. Bir meslek olarak ise psikoloji, psikoloji bilgilerinin insan sorunlarını çözmek için kullanılmasıdır. Bu bilginin kullanılması psikolojinin alt alanlarına göre değişmekle birlikte dili iyi kullanma, araştırma, istatistiksel analiz ve empati gibi bazı özel beceri ve yetenekleri gerektirir.

Psikologlar iki önemli ilişki üzerinde çalışırlar: ilki, beyin ve davranış, ikincisi ise çevre ve davranış ilişkisidir. Psikologlar hem araştırmacı olarak gözlem, deney ve analiz gibi bilimsel yöntemleri izlemek hem de bilimsel bulguları uygulamak için yaratıcı olmak durumundadırlar. Psikologlar araştırma yaparak geliştirdikleri kuramları sınarlar ve araştırmalar sonucu ortaya çıkan yeni bilgileri uygulama alanında çalışanların kullanımına sunarlar. Ayrıca, bireylerin ve toplumların değişen gereksinimlerini karşılamak amacıyla yeni yaklaşımlar geliştirirler.

Psikoloji oldukça geniş bir alandır. Psikologlar temel ve uygulamalı alanlarda araştırma yaparlar, toplumdaki örgütlere ve diğer kurumlara danışmanlık hizmeti verirler, bireylere tanı koyar ve tedavi ederler, lise ve üniversitelerde psikoloji öğretirler, çeşitli testler kullanarak zekayı ve kişiliği ölçerler, davranışları ve bilişsel işlevleri değerlendirip gerekli durumlarda yardımcı olurlar. Bireylerin hem birbirleri ile hem de makineler ile nasıl ilişki içine girdiklerini araştırıp, bu ilişkileri iyileştirmeye çalışırlar.

Psikologlar bazı işlerde bağımsız olarak çalışırken diğerlerinde doktor, hukukçu, okul personeli, bilgisayar uzmanı, mühendis, yasa koyucu, polis, asker ve yöneticiler ile takım halinde çalışarak toplumun her alanına katkıda bulunurlar. Bu yüzden psikologları, laboratuvarlarda, hastanelerde, adliyede, okullarda, üniversitelerde halk sağlığı merkezlerinde, kitle iletişiminde, hapishanelerde ve pek çok başka işyerinde görebilirsiniz. Örneğin stresi yenip performansı artırmaya yönelik programlarda yönetici veya sporcularla birlikte çalışırlar. Adli kararlar için hukukçulara gerekli bilgi ve önerileri sağlarlar. Okul reformunda eğitimcilerle, psikiyatri kliniklerinde psikiyatrist ve sosyal çalışmacılarla, pediatri, onkoloji ve nöroloji gibi kliniklerde de uzman doktorlarla birlikte çalışırlar. Uçak kazası ya da bombalama gibi bir felaketin hemen ardından ortaya çıkan şok sürecinde kaza kurbanlarına yardımcı olurlar. Hukuk ve halk sağlığı alanlarında çalışanlarla birlikte takım halinde çalışarak bu tür olayların nedenlerini analiz ederler ve tekrarlanmasını önlemek için yollar bulmaya çalışırlar.

Psikolojide çalışma alanlarının hem sayısı hem de etkinliği gün geçtikçe artmaktadır. ABD’de yapılan bir öngörüye göre psikoloji, 2005 yılına kadar en hızlı gelişen üçüncü alan olacak ve bir kaç 10 yıl içinde de bu gelişme sürecektir. Toplumdaki sorunların çoğunluğunun insan davranışıyla ilişkili olduğu düşünülürse psikolojinin çok fazla sayıda çalışma alanı olduğunu görmek şaşırtıcı olmayacaktır. Örneğin uyuşturucu kullanımı, kişisel ilişkilerdeki güçlükler, sokakta ve evde şiddet, kendi sağlığımıza ve çevremize zarar veren davranışlarımız gibi bireysel ve toplumsal sorunlar, psikologların ilgilendikleri sorunlar arasındadır. Psikologlar, bilimsel yöntemle bilgi toplama, bilgiyi analiz etme, önleme ve müdahale stratejileri geliştirme gibi yollarla sorunların çözümüne katkıda bulunurlar. Örneğin, psikologlar, yaşlıların sayısının hızla arttığı dünyamızda evleri ve işyerlerini bu grup için daha uygun hale getirmek üzere araştırma ve uygulama yapmaktadırlar.
Elektronik alanında yaşanan devrim, kullanıcı dostu teknoloji ve eğitim gerektirmekte ve psikologlar bu konuda mühendislerle birlikte çalışmaktadırlar. Günümüzde sayıları gittikçe artan çalışan kadınlar işverenden aile gereksinimlerine uygun bir işyeri yapılanması talep etmekte ve psikologlar da gereksinim duyulan değişmeler konusunda işverenlere yardımcı olmaktadırlar. Büyük toplumsal değişimlerin yaşandığı ve farklı kültürleri içeren ülkelerde toplumsal değişimin birey üzerindeki etkilerini ve kültürel farklılıkları anlamada kullanılacak önemli bilgi ve becerileri ortaya koymaktadırlar. Bunların yanı sıra öğrenme ve bellek konularındaki araştırmalarda kaydedilen gelişmeler ile beden ve ruh sağlığının içiçeliği Psikoloji bilimini her zamankinden daha ilginç bir hale getirmektedir. Örneğin, hatırlamanın pasif bir süreç olmadığı, bireylerin belleklerindeki geçmiş bir olaya ait bölük-pörçük bilgileri, kendi yorumlarıyla birleştirip aktif olarak yeniden yapılandırdıkları dolayısıyla da tanık ifadelerine tam olarak güvenmenin doğru olmadığı anlaşılmıştır. Beden ve ruh sağlığının içiçeliğine en iyi örnek ise, aşırı yarışmacı, sabırsız, telaşlı, aynı anda birden fazla işi yapmaya çalışan ve diğer insanlara karşı olumsuz inanç ve davranış içinde olan “A tipi” kişilik özelliğinin, ani kalp krizlerinin en önemli yordayıcısı olmasıdır.

Psikologların çoğu işlerini severler; çünkü, sağlık ocaklarında doktorlarla birlikte çalışmaktan bilgisayar kullanmaya kadar uzanan geniş bir yelpaze içinde çalışıyor olmak heyecan vericidir. Bunun da ötesinde psikologlar kendilerini bireylerin günlük yaşamlarındaki iniş-çıkışlarla başedebilmelerine yardımcı olmaya adamışlardır.Psikolojiyi öğrenmek ve bilmek pek çok diğer meslek dalları için de önemli bir avantajdır. Örneğin, işverenlerin çoğu psikoloji derslerinin kazandırdığı bilgi toplama , analiz etme, yorumlama, istatistik ve deneysel desen kurma gibi becerilere ilgi duymaktadırlar.

Psikologların uzmanlaşabilecekleri alan sayısı oldukça fazladır ve bu nedenle kendilerini farklı etiketlerle tanımlarlar. Aşağıda size genel bir fikir verebilmek için bazı alanlar tanıtılmıştır. Psikoloji insan ve hayvan davranışını anlamamızı sağlayan hem bir araştırma, hem de insana ait sorunların çözüldüğü bir uygulama alanıdır. Aşağıda tanıtılan alt alanlarda psikologlar, araştırmacı, uygulamacı ya da her iki rolde birden çalışırlar. Psikolojinin en önemli özelliklerinden biri de bilimin uygulama ile birlikte yer alması ve ikisinin birlikte ilerlemesidir.

Adli Psikoloji (Adli psikolog): Yasal konulara ve sorunlara psikolojinin ilkelerini uygulamak üzere hukuk ile psikoloji arasında kurulan ilişkiden doğan bir alandır. Adli psikologlardan bazıları hem psikoloji hem de hukuk eğitimi almışlardır. Mahkemelerde genellikle onların uzmanlıklarına gereksinim duyulur. Örneğin, hüküm giymiş ya da göz altında tutulan kişilerin davranışlarını ve duygusal strese maruz kalıp kalmadıklarını değerlendirir ve ebeveynlerden hangisi çocuğun velayetini almalıdır ya da bir sanığın zihinsel kapasitesi mahkemede savunma yapmak için yeterli midir gibi sorunlu durumlarda hakime yardımcı olurlar. Lisans ya da yüksek lisans derecesine sahip olanlar, ıslahevi, hapishane ve adli tıp enstitülerinde, hukuk uygulama birimlerinde çalışırlar. Doktora derecesini almış olanlar ise psikoloji bölümlerinde ve hukuk fakültelerinde, araştırma organizasyonlarında ve toplum sağlığıyla ilgili kuruluşlarda danışmanlık yapmakta ya da hukuk uygulama birimlerinde, mahkemelerde ve ıslahevlerinde çalışmaktadırlar.

Deneysel Psikoloji (Deneysel psikolog): Temel davranışsal süreçlerdeki değişiklikleri araştıran ve öğreten psikologlardır. Deneysel psikoloji içindeki önemli alt dallardan biri, bilginin işlenmesi, belleğimizde depolanması, depodan geri çağrılması ve problem çözme durumlarına uygulanması gibi bilgi işleme sürecini çalışan bilişsel psikolojidir. Öğrenme, duyum, algı, performans, motivasyon, bellek, dil, düşünme, iletişim ve problem çözme, yeme, okuma gibi davranışların altında yatan fizyolojik süreçlerin araştırılmasıyla ilgilenen alt alan ise fizyolojik psikolojidir. Deneysel psikologlar, hayvan davranışlarını da inceler ve insan davranışlarıyla ilişkilendirirler. Deneysel psikologlar, aynı sosyal psikologlar gibi genellikle akademik alanda ve araştırma enstitülerinde çalışırlar.

Eğitim Psikolojisi (Eğitim psikoloğu): Eğitim psikoloğu insanların nasıl öğrendiğini ve etkili öğrenmenin gerçekleştirilmesi üzerine yoğunlaşırlar. Her yaştaki insanın eğitimi için gerekli araç, gereç ve yöntemleri geliştirirler. Becerileri değerlendirir ve eğitim programlarının düzenlenmesine ve uygulanmasına yardımcı olurlar. Ayrıca yüksek teknik becerilerin öğretimi, değerlendirilmesi ve düzenlenmesi konularında da eğitim psikologlarından yararlanılmaktadır.Yetenek, güdü, sınıf ortamı gibi pek çok etmeni dikkate alırlar. Eğitim psikologlarının bazıları bilgisayar programlarında da kullanılabilecek yeni yönergeler geliştirirler, öğretmenlere eğitim verirler ve öğretmenlerde iş verimini, performansını ve doyumunu etkileyen etmenleri çalışırlar.Doktora eğitimli gelişim psikologlarının çalışma alanları genellikle öğretim üyeliği ve çeşitli eğitim ortamlarında danışmanlıktır.

Endüstri/Örgüt Psikolojisi (Endüstri psikoloğu): İş yaşamını iyileştirme ve üretimi arttırma amacıyla psikolojik ilkeleri iş yaşamına uygularlar. Bu psikologların çoğu insan kaynakları uzmanı olarak görev yaparlar. Plan yapma, kaliteli yönetim, örgütsel değişim gibi alanlarda eleman örgütlenmesi ve eğitimi konularında çeşitli örgütlere yardımcı olurlar. İlgileri arasında, örgütsel yapı, iş verimi, iş doyumu, tüketici davranışı, personel seçimi ve personelin geliştirilmesi gibi konular yer almaktadır. Endüstri psikologlarının sorumlulukları arasında araştırma yapmak, araştırma sonuçlarını kullanılır kılmak ve problem çözücü olarak işlev görmek de vardır. Endüstri/örgüt psikologları, ticarette, endüstride, kamu kurumlarında ve üniversitelerde çalışabilirler ve firmalara danışmanlık yapabilirler.

Gelişim Psikolojisi (Gelişim Psikoloğu): Gelişim psikologları doğum öncesinden başlayarak ölüme kadar uzanan yaşam süresinde insan gelişiminin evreleri üzerinde çalışırlar. Gelişim psikologları yaşa bağlı davranış değişikliklerinin tanımlanması, açıklanması ve ölçülmesiyle ilgilenirler. Gelişimdeki evrensel nitelikler, kültürel ve bireysel farklılıklar üzerinde çalışırlar. Doktora düzeyindeki gelişim psikologları, arştırma yapma ve öğretim üyeliği gibi faaliyetlerde bulunabilirler. Lisans ve yüksek lisans mezunu olanlar kreş ve gündüz bakımevlerinde, okulöncesi eğitim veren diğer kurumlarda, hastahane ve kliniklerde gelişim psikoloğu olarak çalışabilirler.Huzurevleri ve diğer merkezlerdeki yaşlıların belirlenen hedeflere yönlendirilmeleri, yetiştirme yurdu ve bakımevlerinde ergen ve gençlere uygulanan programların değerlendirilmesi türünde faaliyetleri de yürütürler.

Klinik Psikoloji (Klinik psikolog): Zihinsel davranışsal ve duygusal bozukluğu olan bireyleri değerlendirip, tedavi ederler. Klinik psikologların ilgilendikleri sorunlar, gelişim dönemleriyle ilgili kısa süreli gelişimsel krizlerden (ergenlikteki başkaldırı ve orta yaşta kendilik değerindeki düşme gibi) fobi, depresyon ya da şizofreni gibi daha ağır sorunların tedavisine kadar değişebilmektedir. Pek çok klinik psikolog aynı zamanda araştırma da yapmaktadır. Araştırma konuları arasında başarılı bir klinik psikoloğun özelliklerini ve bir tedavinin etkililiğinde rolü olan faktörleri belirleme, başarılı yaşlanmayla veya çeşitli davranış bozukluklarıyla ilişkili olan etmenler, fobilerin nasıl geliştiği ya da şizofreninin nedenlerini belirleme gibi konular sayılabilir. Ayrıca bireyi değerlendirmek amacıyla test ya da ölçek uygulama ve yorumlama ile tedavi amaçlı bireysel ya da grup terapisi yapma da klinik psikoloğun önemli görevleri arasındadır. Lisans ya da yüksek lisans eğitimi olan klinik psikologlar kendi muayenehanelerini açamasalar bile, doktora eğitimli bir başka klinik psikoloğun gözetiminde çalışabilirler.

Nöropsikoloji ve Psikobiyoloji (Nöropsikolog): Biyolojik sistemler ile zihnin işlevi ve davranış arasındaki ilişkiyi incelerler. Beynin biyokimyasal mekanizmaları, beyin yapılarının fonksiyonları, kimyasal ve fiziksel değişikliklerin davranışlara ve duygulara etkisini araştırırlar. Nöropsikolog, merkezi sinir sistemi bozukluklarının teşhis ve tedavisi ile ilgilenir ve davranış bozukluğunun teşhisi ve rehabilitasyonu için hastayla çalışır. Klinik nöropsikologlar, nöroloji, pediatri, beyin cerrahisi, psikiyatri kliniklerinde görev alırlar. Bu alanda yetişmiş akademik personel, nöropsikolog yetiştirir ve klinik psikolog ile tıp doktorlarının eğitimini üstlenir. Lisans ya da yüksek lisans derecesi olanlar nöropsikolojik değerlendirmede ya da araştırma laboratuvarlarında araştırma yardımcısı olarak çalışabilirler.

Okul Psikolojisi (Okul psikoloğu): Okul psikologları özel ya da devlet okullarında çalışır, öğrencilere danışmanlık ve değerlendirme yaparlar. Ruh sağlığı ve öğrenme için gerekli çevresel koşulları düzenleme ile de ilgilenirler. Sınıf ortamını bozan ya da özel eğitime gereksinimi olan çocuklar ile ilgilenir, programlar geliştirir ve değerlendirir; sınıf yönetimi konusunda öğretmenlere eğitim verirler. Ailelere ve okul çalışanlarına da psikolojik ve eğitsel konularda danışmanlık yaparlar. Okul psikologları, anaokullarında, hastanelerde ve ruh sağlığı kliniklerinde çalışabilirler.

Psikometri (Psikometrist): Psikolojik bilginin elde edilmesi ve uygulanması sırasında kullanılacak teknik ve yöntemler üzerinde çalışırlar. Zeka, kişilik, yetenek ve diğer alanlardaki testleri geliştirirler. Bu testler, klinik, danışmanlık, iş yaşamı, endüstri ve okul gibi alanlarda kullanılmaktadır. Psikometristler, araştırma desenleri, veri analizi ve verinin yorumlanması konularında da faaliyet gösterirler. Bu alanda çalışan psikologlar, matematik, istatistik, teknoloji, ve bilgisayar programları bilgileriyle donanmışlardır. Yüksek lisans derecesi olanlar genellikle endüstride, araştırma merkezlerinde ve test geliştirme alanında çalışırlar.

Sağlık psikolojisi (Sağlık psikoloğu): Sağlık psikologları, hastalıkların önlenmesi ve sağlığın sürdürülebilmesi için araştırmacı ve uygulamacı olarak çalışırlar. Sağlığı ve hastalığı etkileyen biyolojik, psikolojik ve sosyal etmenlerle ilgilenirler. İnsanların hastalıkla nasıl başedebildikleri, neden bazı insanların tıbbi önerileri izlemedikleri, acının en etkili bir biçimde nasıl denetlenebileceği ve kötü alışkanlıkların nasıl değiştirileceği ile ilgilenirler. Örneğin, sigara bırakma, kilo verme, stresi kontrol altına alma gibi konularda programlar ve sağlık kampanyaları düzenlerler. Duygusal ve fiziksel sağlığı iyileştirici sağlık stratejileri de geliştirirler.Ayrıca hasta-hekim ilişkisi ve sağlık personelinin sorunları da ilgi alanları içindedir. Sağlık örgütleri, kamu sektörü, hastane ve tıp merkezlerinde ya da polis güvenlik servislerinde çalışırlar. Henüz bu alanda oluşturulmuş bir yüksek lisans ya da doktora programı yoktur. Psikoloji bölümlerinin bazılarında verilen Sağlık Psikolojisi dersleri ve Türk Psikologlar Derneği bünyesinde verilen hizmet içi eğitim kurslarıyla eksiklik giderilmeye çalışılmaktadır. Genellikle psikologlar, psikolojinin klinik veya sosyal psikoloji alanlarında bir uzmanlaşmadan sonra bu alana yönlendirilmektedirler.

Sosyal Psikoloji (Sosyal psikolog): Sosyal psikologlar insanların birbirleri ile nasıl etkileşime girdikleri ve sosyal çevrelerinden nasıl etkilendikleriyle ilgilenirler. Bireyleri, grupları ve grup davranışını, tutumları, önyargıları ve bunların oluşumu ile değişimini incelerler. Arkadaşlık, ikili ilişkiler, çekicilik ve saldırganlık gibi konular üzerinde araştırma yaparlar. Dolayısıyla sosyal psikolojide genellikle doktora derecesi gereklidir ve sosyal psikologlar çoğunlukla akademik ortamlarda çalışırlar. Ancak son yıllarda reklam şirketlerinde, hastanelerde, eğitim kurumlarında, mimarlık ve mühendislik firmalarında ve çeşitli kamu alanlarında araştırmacı-danışman olarak çalışmaktadırlar.

Spor Psikolojisi (Spor psikoloğu): Spor psikolojisi, psikoloji ilkelerinin spor ortamına uygulanmasını içeren bir alt alandır. Spor psikologları hem akademisyen hem de uygulamacı olarak çalışırlar.Spor psikologları, uygulamacı olarak takımın performansını artırmaya ve takım içinde olumlu bir hava yaratmaya çalışırlar. Bir yarışma öncesindeki kaygı ve sonrasındaki başarısızlık duygusu ile nasıl başedilebileceği konularında sporculara yardımcı olurlar; ayrıca, sporcuların yarışma amaçlarına yoğunlaşmalarına ve güdülenmelerine yardım ederler. Araştırmacı spor psikologları ise sporda davranış ve performansı etkileyen faktörleri araştırırlar. ülkemizde henüz gerçek anlamda spor psikolojisi eğitimi veren bir birim bulunmamakla birlikte bu alana duyulan ihtiyaç gün geçtikçe artmaktadır.

Trafik Psikolojisi (Trafik psikoloğu): Trafik psikolojisi, psikoloji ilkelerinin trafik ve yol güvenliği alanına uygulanmasıdır. Türkiye de yeni bir alan olan trafik psikolojisinin etkinlikte bulunduğu alanlar; sürücü yeteneklerinin psikoteknik değerlendirilmesi, sürücülük tarzları ve trafikte risk alma davranışı, sürücü eğitimi ve rehabilitasyonu, ergonomi, trafik güvenliği için bilinçlendirme, trafik yasalarını yapan ve uygulayanlara danışmanlık, trafikle ilgili davranış tutum yetenek ve becerileri ölçme araçları geliştirme, bu konularla ilgili araştırmalar ve üniversitelerde trafik psikolojisi dersleri verme olarak sıralanabilir. Trafik psikolojisi alanında henüz üniversitelerimizde yüksek lisans programları yoktur. Ancak, Türk Psikologlar Derneği’nce düzenlenen sürekli eğitim programlarıyla alanda duyulan gereksinime yanıt verilmeye çalışılmaktadır.

Kaynak: Türk Psikoloji Derneği

Bu konuyu yazdır



10tl.net Destek Forumu -

Online Shopping App
Online Shopping - E-Commerce Platform
Online Shopping - E-Commerce Platform
Feinunze Schmuck Jewelery Online Shopping