01-19-2007, 01:18 AM
ÇANAKKALE şEHİTLERİNE
şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayÖ¢sızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- "Bu bir Avrupalı!"
Dedirir: Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yÖ¢hud kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvÖ¢m-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi... Mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihÖ¢nın duruyor karşısında,
Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengÖ¢renk;
SÖ¢de bir hÖ¢dise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi HindÖ», kimi yamyam, kimi bilmem ne belÖ¢...
Hani, tÖ¢'Ö»na da zuldür bu rezil istilÖ¢!
Ah, o yirminci asır yok mu, o mahhlÖ»k-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcud ise, hakkıyle sefil,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrÖ¢rı hayÖ¢sızcasına.
Maske yırtılmasa hÖ¢lÖ¢ bize Ö¢fetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbÖ¢b,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harÖ¢b.
Öteden sÖ¢ikalar parçalıyor Ö¢fÖ¢kı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mÖ¢kı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lÖ¢ğam,
Atılan her lÖ¢ğamın yaktığı yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkÖ¢z-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak,
Boşanır sırtlara, vÖ¢dilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nÖ¢merd eller,
Yıldırım yaylımı tÖ»fanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyÖ¢re.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hÖ¢şÖ¢, edecek kahrına rÖ¢m?
Çünkü te'sis-i İlÖ¢hÖ® o metin istihkÖ¢m.
Sarılır, indirilir mevki'-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse HudÖ¢'nın ebedÖ® serhaddi;
"O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme" dedi.
Öâsım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nÖ¢musunu, çiğnetmeyecek.
şÖ»hedÖ¢ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükÖ» olmasa, dünyÖ¢da eğilmez başlar...
Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilÖ¢l uğruna, yÖ¢ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdÖ¢d inerek öpse o pÖ¢k alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid'i...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
"Gömelim gel seni tarihe" desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvÖ¢ra da yetmez o kitÖ¢b...
Seni ancak ebediyyetler eder istiÖ¢b.
"Bu, taşındır" diyerek KÖ¢'be'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da ridÖ¢ namıyle,
Kanayan lÖ¢hdine çeksem bütün ecrÖ¢mıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli SüreyyÖ¢'yı uzatsam oradan;
Sen bu Ö¢vizenin altında, bürünmüş kanına;
Uzanırken, gece mehtÖ¢bı getirsem yanına,
TürbedÖ¢rın gibi tÖ¢ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile Ö¢vizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak salvetini,
şarkın en sevgili sultÖ¢nı SalÖ¢haddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclÖ¢line ettin hayran...
Sen ki, İslÖ¢m'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecrÖ¢mı adın;
Sen ki, a'sÖ¢ra gömülsen taşacaksın... HeyhÖ¢t!
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihÖ¢t...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana Ö¢guşunu açmış duruyor Peygamber.
Mehmet Akif Ersoy
şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayÖ¢sızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- "Bu bir Avrupalı!"
Dedirir: Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yÖ¢hud kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvÖ¢m-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi... Mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihÖ¢nın duruyor karşısında,
Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengÖ¢renk;
SÖ¢de bir hÖ¢dise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi HindÖ», kimi yamyam, kimi bilmem ne belÖ¢...
Hani, tÖ¢'Ö»na da zuldür bu rezil istilÖ¢!
Ah, o yirminci asır yok mu, o mahhlÖ»k-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcud ise, hakkıyle sefil,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrÖ¢rı hayÖ¢sızcasına.
Maske yırtılmasa hÖ¢lÖ¢ bize Ö¢fetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbÖ¢b,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harÖ¢b.
Öteden sÖ¢ikalar parçalıyor Ö¢fÖ¢kı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mÖ¢kı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lÖ¢ğam,
Atılan her lÖ¢ğamın yaktığı yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkÖ¢z-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak,
Boşanır sırtlara, vÖ¢dilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nÖ¢merd eller,
Yıldırım yaylımı tÖ»fanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyÖ¢re.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hÖ¢şÖ¢, edecek kahrına rÖ¢m?
Çünkü te'sis-i İlÖ¢hÖ® o metin istihkÖ¢m.
Sarılır, indirilir mevki'-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse HudÖ¢'nın ebedÖ® serhaddi;
"O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme" dedi.
Öâsım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nÖ¢musunu, çiğnetmeyecek.
şÖ»hedÖ¢ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükÖ» olmasa, dünyÖ¢da eğilmez başlar...
Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilÖ¢l uğruna, yÖ¢ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdÖ¢d inerek öpse o pÖ¢k alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid'i...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
"Gömelim gel seni tarihe" desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvÖ¢ra da yetmez o kitÖ¢b...
Seni ancak ebediyyetler eder istiÖ¢b.
"Bu, taşındır" diyerek KÖ¢'be'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da ridÖ¢ namıyle,
Kanayan lÖ¢hdine çeksem bütün ecrÖ¢mıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli SüreyyÖ¢'yı uzatsam oradan;
Sen bu Ö¢vizenin altında, bürünmüş kanına;
Uzanırken, gece mehtÖ¢bı getirsem yanına,
TürbedÖ¢rın gibi tÖ¢ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile Ö¢vizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak salvetini,
şarkın en sevgili sultÖ¢nı SalÖ¢haddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclÖ¢line ettin hayran...
Sen ki, İslÖ¢m'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecrÖ¢mı adın;
Sen ki, a'sÖ¢ra gömülsen taşacaksın... HeyhÖ¢t!
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihÖ¢t...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana Ö¢guşunu açmış duruyor Peygamber.
Mehmet Akif Ersoy